Hepimizin gönlünde bir marka vardır ki sorulduğunda ilk aklımıza gelen, yeni ürünlerini büyük bir merakla beklediğimiz ve bir o kadar da yakınımız gibi güvenebildiğimiz. Bu cümleyi okurken bile o marka canlanmıştır zihninizde. İşte ‘lovemark’ terimi de tam olarak buna karşılık geliyor aslında.
Müşterisiyle duygusal bir bağ oluşturabilmiş, nesiller boyu sürebilecek çok ciddi bir güven ilişkisi kurabilen markaları ifade eden bir terim.
Lovemark teorisi sektörün önde gelen reklam ajanslarından Saatchi & Saatchi’nin CEO’su Kevin Roberts tarafından 2005 yılında hayatımıza kazandırıldı. Bu teori özetle insanların mantıklarından ziyade duygularıyla harekete geçtiklerini, markaların da buna bağlı olarak tüketicilerin gönlüne dokunmaları gerektiğini belirtiyor. Lovemark’ı gizem, duygu, samimiyet olarak 3 unsur üzerinde temellendiren Roberts, bu kriterlerin markalara saygının yanında sevgiyi de getireceğini savunmakta.
Peki markamızı Lovemark haline getirebilmek için ne yönde çaba harcamamız gerektiğini düşünelim.
Müşterilerinizi Markanıza Ne Zaman Bağlayabilirsiniz ?
. Müşterilerinize kulak verip; doğru ve kesintisiz iletişim kurduğunuzda.
. Kitlenizle empati kurup, onlar gibi düşünüp ihtiyaçlarına doğru yanıtlar verdiğinizde.
. İşlerini kolaylaştırıp, sorunlarını çözmeye yönelik yaratıcı ve pratik fikirler ürettiğinizde.
. Müşterileriniz yeni ürün/hizmetlerinizi deneyimlemek için heyecan duymaya başladıklarında.
. Yeni keşifler yapabildiğinizde, fark yaratacak çalışmalar üretmeye başladığınızda.
Kulağa oldukça hoş ve basitmiş gibi gelse de biraz detaylı düşündüğümüz zaman bu kavramla bütünleşebilmiş markaların dünya genelinde aslında ne kadar az sayıda olduğu fark ediyoruz.
Bir markayı bu seviyeye taşımak elbette çok zahmetli ve uzun vadeli stratejiler içeren bir süreç. Maddiyattan çok daha fazlasını vaat edebilmek, özellikle ürün hizmet ve imaj konusunda bir senkron yakalayabilmek.
Ancak bir yandan da bu büyük markaların kuruluş hikayelerine baktığımızda ne kadar dar imkanlarla başlayıp bugünlere geldiklerini düşünerek bunu bir motivasyon kaynağı olarak görmeliyiz.